29 Mayıs 2013 Çarşamba

Türk yağlı güreşlerini dünyaya tanıtan adam; Pierre Guerchon

Pierre Guerchon, Fransa’nın Lyon şehrinde dünyaya gelmiş.
Kensini aslında bir iş adamı!
Dünyanın sayılı tekstilcilerinden demek kesinlikle abartılı olmaz.
Ancak bir sabah uyandığnda karar alıyor ve tüm bu işlerinden kendini sıyırıp yep yeni bir hayat kurmaya karar veriyor.
Lyon’da bulunan fabrikasını kapatıp, dileği gibi yaşamak için kararlar alıyor.
Ve bir İstanbul aşığı olarak ilk adımı, Fındıklı’da Boğaz’ı gören muhteşem bir ev alarak atıyor.
En önemli özelliği 40 yaşından sonra öğrendiği Türkçesi ve yağlı güreşlere olan ilgisi!
Evet yanlış okumadınız, Pierre’in en önemli özelliği yağlı güreşleri dünyaya tanıtma çalışması.
Yıllardır bu alanda çok büyük paralar harcayıp, farklı ve sıra dışı çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Türklerin dahi tam anlamında tanımadığı,  bu geleneksel sporu dünyaya tanıttı.
Paris’te güzel bir şov hazırlayıp, Fransızların ilgisini çekti.
Peki yeni neler yapacak, nasıl çalışmaları olacak?
Tüm bu soruları sormak için Pierre’in doğduğu şehir olan Lyon’a gidip, bu röportajı yaptım.
Pierre ile dünyanın en tanınmış aşçısı, yine dünyanın en lezzetli restoranları arasında ilk üç sırada olan Paul Bocuse’de buluştum.
Paul Bocuse’ün restoranını başka bir makalede kaleme alacağım.
Mekanın büyülü ortamında, kaz ciğerinden oluşan menüyü tercih edip,  bir yandan şarabımızı yudumlarken, diğer yandan da sohbetimizi yaptık.
Bakın sevgili dostum Pierre ile neleri konuştuk;


Volkan Y.



Türkiye'yi ve İstanbul'u neden bu kadar çok seviyorsunuz?
Fransa’dan degisik oldugu için. Türk Insanlar daha sıcak ve daha yakın geliyorlar bana. Üstelik misafirperverler...


Türk yemeklerini seviyor musunuz?
Çooooooook. Türkiye’ye ne zaman gelsem kilo alıyorum. Bu yıl Çeşme’de tatil yaptım ve  2 kilo aldim :)


Türkçe’yi çok iyi konuşuyorsun. Nasıl öğrendin?
Türkçe öğrenmek için kurslara gittim. Bazı kelimeleri söyleyemiyorum. Çok değişik ve farklı geliyor bana. Öğrenmek hiç kolay olmadı.


Türk tarihinin en önemli sporlarından olan yağlı güreşe ilginiz var.  Neden seviyorsunuz?
Çünkü yağlı güreş beni seviyor her halde :) Bilmiyorum. Değişik geldi bana.


Fransa'da yaptığınız yağlı güreş çalışmaları oldukça başarılı geçti, yeni projeler yapacak mısınız?
Şu an benin kendime bir şey düşünmüyorum ama Fransa’nın büyük bir organizasyon şirketi bir proje yapmak istiyorlar. Ama biliyorsunki insanlar çok boş- boş konuşuyorlar ve ondan sonra bir şey yapamıyorlar. Onlardan ayrı bir çalışma da olabilir. Şuan için ne yapacağım bilmiyorum. "Le grand palais" içinde yapmak düşünüyorlar. Bu yer kocaman büyük ona göre bir gösteri hazırlamamız gerekiyor. Benim eski showu o salonda yapmam imkansız Degisik bir proje onlara fikir verdim, onların cevap bekliyorum. Ve "Le grand palais"bas müdürü şu anda bizim yeni  Cumhurbaşkanı Holland,  için çalışıyor. Bir analiz yapıyor. Kısa zaman içinde netleşecek ve Türk yağlı güreşini yeniden Avrupa’da tanıtacağız. Bu çalışmayı Fransa’nın en büyük televizyonlarından France 24’de yayınlayacak.


Türkiye'de en başarılı bulduğunuz yağlı güreşçiler kimler?
Her kategoriden birkaç kondisyonlu adamlar var. Baspehlivanlardan şu anda en güçlü Ali Gürbüz. Daha sonra Recep Kara ve Şaban Yılmaz, Mehmet Yeşil.  Gerçi  Yeşil’i bu sezon düşük gördüm. Bu yıl yeni başpehlivan geldi; Hakan. Manisalı Hakan, çok çabuk Başpehlivan oldu. 15 yaşından bu yana onun kariyerini takip ediyorum, Biliyorum ki iyi bir pehlivan olacak.


Fransız şarkıcı Barbara ile ilgili projenizi anlatır mısınız?
Uzun bir proje! Kapsamlı bir müzikal yapmak istiyoruz. Barbara’nın hayatından kesitler, şarkılar ve fotoğraflar yer alacak. Fransızlar için çok önemli bir sanatçıdır. Büyülü bir sesi, harika şarkıları vardır.


Yağlı güreşi dünyaya tanıtan çalışmalarınızı anlatır mısınız?
Dünya da ilk kez Türkiye’deki yağlı güreşleri yaptığımız internet sitesi ile tanıyan insanlar var. Bu çalışmayı yıllardır sürdürüyorum.  Tüm kateğorilerdeki güreşçilerin fotoğraflarını internet sitesinde yayınlıyoruz. Her yıl bu siteyi güncelleyerek ilgiyi daha da arttıyoruz. Ayırca fotoğraflardan oluşan dergilerimiz ve yayınlarımız var. Kısa zaman içinde İPad’de çalışmalarımız olacak. Geçmişte Paris’te bazı organizasyonlar da yapmıştım. Bunları yapmak beni mutlu ediyor.

Taş plak sesli kadın; Sema Mortiz

Beyoğlu ve Berlin arasında yaşayan bir sanatçı.
Yunus Emre' den Nazım Hikmet' e, Bertolt Brecht' ten "Anneler & Ninniler' e kadar uzanan projeleri var. 1895 - 1940 arası İstanbul' da sahne almış kadın şarkıcıların söylediği tangolar, fokstrotlar, valsler, operetler yoğunlaştığı dallardan biri.
Ve dünyaya "Efsane Hanımlar"ı tanıtmak gibi bir misyonu var artık...
Beyoğlu martıları O’na “Sema” diyor.
İstanbullular ise dünya da "oktavlar arasında dolaşan "taş plak sesli kadın" olarak anıyor.
“Sesler kimi kez hüzünlü, kimi kez kırılgan, kimi kez şen şakrak, kimi kez bir bahar çiçeği, kimi kez rüzgarda uçuşan bir kar tanesidir. Kimi kez 'ben seni işte böyle baştan çıkarıveririm' dercesine acımasızdır.
Kimi kez de aniden fırtınaya tutulup gidiverirler, eğlenirsiniz, gülersiniz, ağlarsınız...” diyor Sema Mortiz.
Sesiyle hayat verdiği şarkıları dinlerken hüzünlendiren, hüzünlendirirken düşündüren tarzda.
Öyküleriyle etkili, sesleriyle büyülü, Cumhuriyet dönemi kadın şarkıcılara adandı son albümünü.
Bu çalışmalardan büyük keyif aldığını söyleyen Sema;
“Osmanlı'nın son döneminde, Levanten ve gayrimüslim azınlıkların da müziğe dahil olmasıyla başlayan ve Cumhuriyetin kuruluşunu takiben 1940'lı yıllara kadar devam eden bir modanın, günümüz müzikseverlerince keşfedilmesini amaçladık. Çalışma, tangolar, fokstrotlar, operetler ve kantoları  1895-1940 yılları arasında, sesiyle efsaneleşmiş İstanbullu hanımefendilerin seslendirdiği şarkıların yeniden yorumlanmasıyla bu albüm serisini hazırladık. İnanıyorum ki, müziğe ve sese değer veren herkes tarafından beğeniyle dinlenebilecek bir çalışma” dedi.
Müzik çevrelerinde “taş plak sesli kadın” olarak anılan Sema Moritz, Mürşide Hanım, Afife Hanım, Deniz Kızı Eftalya, Seyyan Hanım, Lale ve Nergiz Hanım kardeşlerin eserlerine yeniden hayat verdi. “Türkiye’de sanat yapmak zor” diyen Mortiz; “Ne olursa olsun, şarkı söylemeyi seviyorum.  Aynen İstanbul’u sevdiğim gibi, Beyoğlu martılarını sevdiğim gibi şarkı söylemeyi de seviyorum...” şeklinde konuştu.

SEMA MORTİZ KİMDİR?

Sema 14 Ağustos 1956 tarihinde Ankara’da dünyaya geldi. Üniversiteyi bitirdikten sonra 1981 yılında Berlin’e gitti 1981’de işçi kadınlardan oluşan bir koro kurdu ve yönetti, “yabanel“ grubunu kurdu, Avrupa’da bu grubuyla birçok uluslararası festivallere katıldı.
1984 yılından başlayarak Tahsin İncirci’nin bestelerini ve aynı zamanda şefliğini yaptığı Berlin Kreuzberg Dostlar Korosu’nda solist olarak Nazım Hikmet şarkılarını söyledi, 1987 yılında kendi grubu Sema & Taksim’i kurarak geleneksel Türk müziğini kendi yorumu, jazz a la turca“ olarak seslendirdi, konserlerinde ve albümlerinde Nazım Hikmet bestelerine yer verdi. Giora Feidmann ile ortak çalışmalarla Yiddisch Liedler söyledi, Tuncer Kurtiz ile Nazım Hikmet’in, Şeyh Bedreddin Destanı“nı seslendirdi ve yurt içinde ve yurt dışında birçok şehirde turneler yaptı.
Otuzuncu yaş gününde Bertolt Brecht’in Berlin’deki mezarını ziyaret ettiğinde kendisini çok etkileyen bir olay oldu. Sema, Brecht’in tam öldüğü gün, neredeyse aynı saatte doğmuştu. Brecht, Sema’ya el vermiş“ olabilir miydi?

İki Berlin’in henüz duvarla ayrıldığı o yıllarda Batı’ya döner dönmez Theatermanufaktur’un ünlü oyuncusu ve Brecht yorumcusu Ilse Scheer’den repertuvarını Brecht şarkıları ile zenginleştirmek için ders almaya başladı. Uzun çalışmalardan sonra 1980’li yılların sonlarından itibaren kendine özgü yorumu ile bu projenin de içeriğini oluşturan Brecht şarkılarını söyledi. Ve o yıllardan günümüze Sema yaptığı her konserinde hem Nazım Hikmet’e, hem de Bertolt Brecht’e özel bir yer verdi. Bu bir tesadüf değildi.



DİSKOGRAFİ -

2006 EKHO - Efsane Hanimlar - (Hammer Müzik/Istanbul)

2003 Istanbul Uluslararasi Müzik Festivali çerçevesinde Koç Müzesi'nde gerçeklesen konser kaydi -(Peregrina / Ludwigsburg)

2005 Ilahiler-Nefesler / Mystische Sufigesaenge

1998 Gülnihal, Istanbul'u Dinliyorum, Sihir A Compilation CD Sema & Taksim (Kalan Müzik / Istanbul)

1998 Lost goddess 3 try ou  CD With Andres Bosshard (Special edition/Zurich)

1998 21 Donnerrollen (21 Drum rolls) CD With Andres Bosshard (Raumklang-Architektur / Studio für Akustische Kunst des WDR / Köln)

1996 Hommage an Istanbul (Hommage to Istanbul)

CD Sema & Taksim (Peregrina / Ludwigsburg) 1995 Sihir (Magic)

CD Sema & Taksim (Peregrina / Ludwigsburg)

MC Sema & Taksim (Kalan Müzik / Istanbul
1994 Seyh Bedreddin Destani
CD/MC with Tuncel Kurtiz (Kalan Müzik / Istanbul)1990 Istanbul'u Dinliyorum (Listening to Istanbul)

CD Sema & Taksim (Nebelhorn / Berlin)
MC Sema & Taksim (Kalan Müzik / Istanbul)

1986 Sarkilarim Senin Için (My Songs are for You) MC Ensemble Kreuzberger Freunde (ArtWork / Berlin)

1986 Çok Uzaklardan Geliyoruz (ArtWork / Berlin)

O şehirden Lady Gaga tiyatrosu geçti

İstanbul’da Madonna’yı izledikten sonra, üzerine ne izlersem beni kesmeyeceğini düşünerek gittim Sofya’ya Lady Gaga’nın o muhteşem şovunu izlemeye.
‘Acabalarla’ dolu bir sürü soruyu sordum kendime.
“Bir konser için onca yolu gitmeye değer mi?”, “Şovu nasıl olacak?”, “Konser salonu iyi  mi?” kafamı kurcalayan bir çok soruya kendimi avutacak yanıtlar aradım durdum.
Konser günü Bulgaristan’ın Başkenti Sofya’ya vardığım da, bir çok noktada Lady Gaga konserini hatırlatan afişleri görünce kıskandım!
“Neden...” bu kez de kendi kendime “Neden İstanbul’da vermiyor bu konseri?” sorusunu sordum.
Oysa İstanbul’da düzenlenmiş olsaydı, Bulgaristan’ı da içine kapsayan geniş bir coğrafyayı daha büyük bir stadyumda ağırlaya bilirdi.
Sofya sokaklarında gezerken o günkü gazetelerin sür manşetinde konser haberleri yer alması, Bulgaristan için bu konserin ne kadar önemli olduğunu anlamama yetiyordu.
Konserinin organizasyonunu yapan Sofia Music Enterprises (SME) şirketi, her türlü hazırlığı yapmıştı.
Başkentin en önemli spor tesisi olan Vasil Levski Stadı'na vardığımda çevrede emniyet güçlerinin geniş güvenlik önlemleri aldığını görmek huzur vericiydi.
Kargoyla İstanbul’da ki adresime gelen biletleri göstermek için salonun kapısına geldiğinde, formaliteden diyebileceğim kadar basit bir güvenlik aramasının ardından konser salonun “sahne önünde” yerimi aldım.
Havalandırması harika olan spor kompleksinde istediğim zaman dışarı çıkıp biramı plastik bardaklara koyarak, yeniden konser salonuna girme fırsatının sunulması tarif edilemeyecek kadar keyif verdi.
Kesinlikle her yer çok temiz ve konser organizasyonu oldukça iyiydi.
Konser saati yaklaştığında heyecan daha da doruğa çıkıyor ve Sofyalılar hep bir ağızdan “Gaga, Gaga” sloganları atarak konserin başlamasını istiyordu.
O an geldiğinde ise önce sahne ışıkları yandı.
Kocaman  bir şatoyu andıran sahne ışıl-ışıl olduğunda beyaz kıyafetli, kocaman şapka, tek boynuzlu  at üzerinde salonu baştan başa geçen çılgın kadın Lady Gaga, sahneye çıkmıştı.
Çığlıklar, ıslıklar, cep telefonlarıyla çekilmek istenen fotoğraflarla yine harika bir konser başlıyordu.
İlk olarak Highway Unicorn (Road to Love)  şarkısını söyledi.
Salonu inleten müzik, Lady Gaga’nın “We can be strong, we can be stronog” diye şarkıya girmesiyle bam başka bir büyüye bıraktı kendini.
Türkçesi “Güçlü olabiliriz, güçlü olabiliriz...” olan şarkı sözleri salonda bulunan izleyenler tarafından dev bir vokalle söyleniyordu.
Follow that unicorn on the road to lovekısmı yani “Aşk için yoldaki şu tek boynuzlu atı takip et” insanı kendinden alırcasına coşkuyla tekrarlanıyordu.
Ünlü şarkıcı konserde; Highway Unicorn (Road to Love)’ın ardından Government Hooker ve üçüncü olarak da “Born This Way” yani “Ben böyle doğdum” şarkısını söyledi. Şarkının en can alıcı nakaratı olan “Don't be a drag, just be a queen” i tekrarlarken hepimiz kendimizden geçiyorduk.
Konserde;Black Jesus † Amen Fashion , Bloody Mary , Bad Romance, Judas, Fashion of His Love, Just Dance, LoveGame, Telephone, Heavy Metal Lover , Bad Kids, Princess Die, You and I, Electric Chapel, Americano, Poker Face, Alejandro, Paparazzi, Scheiße, The Edge of Glory, Marry the Night  parçalarını söyledi.
İki saate yakın sahnede kalan Lady Gaga, muhteşem performansıyla spor salonunu dolduran tüm sevenlerini çılgına çevirdi.
Dansları, şovu, esprileri ve verdiği mesajlarla harika bir konsere imza attı.
Lady Gaga konseri Avrupa’nın bir çok kentinde devam ediyor.

Bir bakarsınız belki bir gün İstanbul’a da gelir...

Truth About Love Tour & P!NK and Prague

O albüm piyasaya çıktığında hangi şarkıyı dinleyeceğimi şaşırmıştım.
Hepsi harikaydı!
Tarzı, düetleri ve sesiyle muhteşem bi çalışma hazırlamış, adına “Truth About Love” koymuştu.
Kimden söz ediyorum P!NK’ten tabi ki...
P!nk, önceki albümlerinde olduğu gibi Max Matin, Shellback, Billy Mann ve Butch Walkerın yanı sıra daha önce Lily Allen, Red Hot Chili Peppers, Foster The People ve The Shins ile çalışmış olan ünlü prodüktör Greg Kurstin ile de bir araya geldi.
Adelein "Someone Like You" hit şarkısının söz yazarı ve prodüktörü Dan Wilson ile de albümde ortak bir çalışmaya imza attı.
P!nk’in Greg Kurstin prodüktörlüğündeki çıkış şarkısı "Blow Me (One Last Kiss)" radyolarda hit haline geldi.
P!nk albümde yer alan, "True Love" şarkısını Lily Allen (Lily Rose Cooper) , "Here Comes The Weekend" şarkısını Eminem, "Just Give Me A Reason" şarkısını ise "We Are Young" hit şarkısı ile tanınan "Fun." grubunun solisti Nate Ruess ile birlikte seslendirdi.
Böylesine harika bir albümün konseri olur ve adına da “Truth About Love Tour” konur da gidilmez mi? Elbette gidilir :)

***

@salihaksu ve @fthatici önce, ‘arabayla gidelim, Bulgaristan, Macaristan, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti’ne ulaşalım’ dedi.
Mantıklıydı ancak söyledikleri zaman dilimi pek uygun değildi.
Her şeyi 4 gün içinde yapmak imkansızdı.
Üstelik ben üstü açık bir arabayla gitmek, rüzgarın yüzüme tokat gibi çarpmasıyla sarhoş olmak istiyordum.
Bu çetrefilli karardan onları vazgeçirmek pek kolay olmadı.
@salihaksu ve @fthatici, bir akşam bira içip sürekli komik video izleyip gülme krizine girdiklerini görünce fark ettim ki, onların kafası biradan değil, komik videolara gülerken çakır keyif oluyor.
Bu fırsatı değerlendirip onlara yapacağımız bu organizasyon hakkında minik fikirler sunmaya başladım.
Bir ara @fthatici “Arabayla P!nk konserine gidiyor muyuz?” diye sorunca, @salihaksu ‘nun yanıt vermesini beklemeden “Yoooooouuu” deyip uçakla gitmenin mantığını tane-tane, memleketi kurtaran gazeteci moduyla anlattım ve hiç nefes almadan dakikalarca konuşunca biraz sıkılmış ve bezmiş halleriyle ikna ettim.
Zamanın kısıtlı olması ve en az bir kaç günümüzün yolda geçeceğini düşünüp uçakla gitmeye karar verdik.
THY’nin Viyana seferinden biletlerimizi alıp” ver elini Avusturya” dedik ve Viyana’ya ulaştık.  
Eski Başbakan Mesut Yılmaz ile aynı uçaktaydık ve pasaport kuyruğunda arkamızda olmasına dayanamayıp; “Sayın Başbakan buyurun lütfen” deyip önümüze aldık
Yılmaz; “Hayırdır ne var burada?” diye sohbete başlayınca “P!nk” konserine geldiğimizi anlattık.
“Haaa şu pembe saçlı  bayan. Baya meşhur değil mi o?” sözü Mesut Yılmaz’dan beklemediğim bir yanıt olacak ki çok şaşırmıştım.
Mesut Yılmaz ile pasaporttan ayrılıp, bavul kuyruğunda yeniden buluştuk ve bir kaç Viyana önerisi aldık :)

***

Viyana, Orta Avrupa’nın şık ve güzel mimarisine sahip bir şehri.
Müzeleri, sarayları, dönme dolabı, eski - yeni mimarı yapıları ve kendine has biralarıyla çoktan kendine çekmişti bizi!
İlk akşam Viyana Filarmoni ve Senfoni Orkestrası üyelerinin “Mozart” konseri ve opera gösterisine katıldık.
Harika bir konserle resmen büyülendik.
Yaş sınırı ortanın biraz üzerinde olan ‘yaşlı’ demek için bir kaç yıl beklememiz gereken bir dinleyici kitlesinin arasında Mozart dinlerken, Viyana’nın zıpır gençliği P!nk’in Viyana konserinde çoktan kendinden geçtiğini tahmin etmek hiç zor değildi.
Neyse hemen sabah oldu ve Viyana’nın o meşhur pastanesi Sacher’de kahvaltımızı yaptıktan sonra kiraladığımız aracımızla Prag’a doğru yola çıktık.
Güzel ve keyifli bir yolculuğun ardından Ortaçağ şehri Prag’a varıp otelimize yerleştik.
Akşam olduğunda Prag’ın korsan taksicisi tarafından kazıklanarak konser alanına vardık.
O2 Arena’da P!nk’i izlemek için dakikaların geçmesini bekliyorduk ki ön grup “Churchill” birbirinden güzel parçalar seslendirdi.
Artık geçecek dakika kalmamıştı, salon hınca hınç dolu hep bir ağızdan herkes P!nk’i bekliyordu.
Ve o beklenen an “Blow Me (One Last Kiss)” parçasıyla başlamıştı.
P!nk sahnede harika akrobasi gösterileri yapıyor, bir yandan şarkı söylüyor diğer yandan da bu gösteriler karşısında şok olmuş seyirciyi kendine getirmeye çalışıyordu.
Şuan tam olarak hatırlamıyorum ancak 3 ya da 4’üncü parçası ‘TRY’ di ve klibinde yaptığı o muhteşem dansı, partneriyle bu kez sahne de canlı yapıyordu.
Are We All We Are, Walk of Shame, Good Old Days, şarkılarını seslendirdi.
Sıra Just Give Me A Reason’e gelince dev ekranda Fun grubunun solisti Nate Ruess belirlendi ve şarkıyı düet yaparak seslendirdiler.
Şovlar, mesajlar, gösteriler tek kelimeyle muhteşemdi.
3’üncü saate yaklaşırken konserin sonuna doğru geldiğimizde P!nk seyirciyi selamladı ve ayrıldı.
Bu kez kamera arkasında; provalar, P!nk’in minik kızı Willow’un görüntüleri gösterildi.
Seyinci P!nk’in yeniden sahneye çıkması için alkışlıyordu.
Tam o esnada yeniden sahneye geldi ve uçarak salonu bir yandan, diğer yanına tüm seyircilerin bizzat yanına giderek teşekkür etti.
Herkes ağzı açık bir şekilde bu şovu izlerken, “dünya starı”nın kolay olunmadığını da hepimiz anlamış olduk.
P!nk’in Avrupa, Amerika, Kanada ve Avustralya konserleri halen devam ediyor.
Ayrıntılı bilgiye internet sitesinden rahatlıkla ulaşa bilirsiniz.
Eğer gitmek için karar vermekte zorlanıyorsanız, hiç tereddüt etmedin gidin.
İnanın hiç pişman olmazsınız...

NOT: Bu yazı DipNot Dergi'de yayınlamıştır...

28 Mayıs 2013 Salı

Prof. Dr. Erhan Büyükakıncı Rusya'yı yorumluyor...

Galatasaray Üniversitesi'nden Prof. Dr. Erhan Büyükakıncı Rusya'yı yorumluyor...

Birleşik Rusya Partisi lideri, Rusya başbakanı Vladimir Vladimiroviç Putin,
bir süre önce Moskova’da yapılan partisinin kongresinde önemli bir konuşma yaptı ve  şunları söyledi: “Herkes devlet başkanı ve başbakan tarafından yönetimin yapısına ilişkin teklifler yapılmasını bekliyor. Ne yapmak gerekeceği ve gelecekte  kimin ne ile uğraşacağı üstüne çoktan mutabakata varıldı.”

Putin’den sonra kongre de kürsüye çıkan, Rusya Devlet Başkanı Dmitriy Medvedev, “Birleşik Rusya Partisi’nin,” 2012’de yapılacak devlet başkanı seçiminde Rusya başbakanı Vladimir Putin’in adaylığını desteklemesini teklif ederek; “Kanımca partinin başkanı Vladimir Putin’in Rusya devlet başkanlığına adaylığının kongre tarafından desteklenmesi çok doğru olacaktır” dedi. Konuşmanın ardından  Putin,”Bu, benim için çok büyük şereftir. Bu teklifi kabul ediyorum” diyerek başkanlıkla ilgili soruna noktayı koydu ancak Medvedev’in yeniden başbakan olacağını işaret etmesi tepkiyle karşılandı.
Rusya’da 10 yıldır Maliye Bakanlığı görevini yürüten, Putin’in en önemli adamı Aleksiy Kudrin, görevinden istifa etti; “Putin’in devlet başkanlığını destekliyorum ancak, Başbakan’ın yeniden Medvedev olmasını kabul etmiyorum...” dedi.

Rusya’da 4 Aralık’da parlamento seçimleri, Mart 2012 de ise devlet başkanlığı seçimleri yapılacak. 2000-2008 yılları arasında 2 dönem devlet başkanlığı olarak görev yapan Putin, 2012’den itibaren 4 yıl değil, artık 6 yıllık iki kez seçilme hakkı var. Eğer herhangi bir sorun çıkmazsa Putin, 12 yıl Rusya’nın başında olmasına kimse engel olamayacak gibi bir görüntü ortaya çıkıyor.

Peki Vladimir Vladimiroviç Putin kim, Rusya’da yıldızı nasıl parladı, ülkesine ne gibi yenilikler getirdi, Türkiye ile ilişkileri ne boyutta? Tüm bunları Galatasaray Üniversitesi uluslararası ilişkiler öğretim üyesi Prof. Dr. Erhan Büyükakıncı ile konuştuk.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği yani SSCB’nin yıkılmasından sonraki süreci yorumlayarak başlayan Büyükakıncı;
“1991 yılında SCCB yıkıldıktan sonra Boris Yeltsin dönemi özel sloganla bilinir; “federal birimlere alabildiğiniz kadar özerklik alın.” Rusya’da 1994-96 yılları arasında Çeçen sorunu çıkıyor. Bu sorun çok önemli problemler yaratıyor. Federal merkez sorunlar yaşamaya başlıyor. Ekonomide devlet dışından aktörler çıkmaya başlıyor. Rusya’da mafya-devlet ilişkileriyle ilgili sorunlar çıkıyor. 1997’den itibaren Rusya’da bir dağınık yönetimin olması sıkıntılar yaratıyor. Özgürlükler var, ancak siyasal yaşam anlamında dağınık bir yönetim var. Bu dağınık yönetimi toparlama görevini üstlenen ise Başbakan Putin oluyor. Birçok kişiye göre Putin’in otoriter bir bakış açısı eleştiriliyor. Ancak Rusya’yı bu dağınıklıktan toparlama görevi önemli başarılar getiriyor. Siyaseten ve ekonomi olarak ülke de rahatlama hissediliyor.

Devlet Başkanı Yeltsin,  Çecen sorununu derleme toparlama adına 1996 yılında Hasavyurt Ateşkes sözleşmesini imzalıyor ve “Ben Çeçenistan’a özerklik vereceğim, istediğiniz yapıya kavuşabilirsiniz” diyor. Çecenler ise şeriat sistemine geçmeyi istiyor ve Vahabi anlayışlı bir şeriat devleti kurmaya karar veriyor. Kadınların birçok hakkı yasaklanıyor, başörtüsü zorunluluğu getiriliyor.  Ayrıca televizyon izleme gibi durumlar da yasaklanıyor. Çeçenler, dünyadan iletişimin kesen, otoriter bir şeriat yönetimi kurmaya çalışıyorlar.

Bu ne demek, siz federal bir ülkesiniz ve federal birimler sizin merkez anayasanızdan farklı bir yöne doğru gidiyor. Bu Çeçenistan’da başlayıp, Tataristan’a doğru gidebilecek bir durum olabilirdi. Rus olmayan etnik gruplara bu tarz sistemler dağılabilirdi. Putin, başbakan olur olmaz ilk yaptığı iş Hasavyurt sözleşmesini yırtıp atmak oluyor ve bağımsızlık isteyen Çeçenlere karşı 2. Çeçen Savaşı’nı başlatıyor. 

Cephelerde fotoğraflar çektiriyor, bunu politik malzeme yapıyor. Çeçen Savaşı halen, kuru sıkı da olsa yani çok şiddetli olmasa da devam ediyor. Ancak şu var ki, Çeçen Savaşı’nı başlatması halk arasında önemli bir popülerlik yaratıyor. 99 yılı Aralık ayında Meclis seçimlerinde vatandaş olarak “Birleşik Rusya Partisi’ni destekleyeceğim” diyor ve bu Cumhurbaşkanı seçilmeden parti yüzde 35 oy alıyor. İşte bu tavırlar Putin’in yıldızının parlamasına neden oluyor” dedi.

Erhan Büyükakıncı, Çeçen olayının, Rusya açısından büyük öneme sahip olduğunu vurgulayarak şunları söylüyor; “Rusya, federal sistem olarak çok karmaşık bir ülke. Bugünkü nüfusun yüzde 60’ı Rus, yüzde 40’ı ise 190’dan fazla  etnik gruplara aittir. Bunların en büyük grubunu 5 milyon ile Tatarlar oluşturuyor. Hristiyanlardan sonra en önemli gruplar Türki kökenli Müslüman gruplardır. En stratejik bölgede Türki ve Müslümanların olduğu bölgedir çünkü petrol çıkıyor. Genel de Rusya içlerindede yaşıyorlar, Rusya’nın dışında, Çin sınırında yaşayanlar da var. Durum böyle olunca 190’dan fazla etnik grubu idare etmek kolay değil. 1993 anayasısına göre 89 tane federal birim var. Subjekler var iki türlü fedarilizm var. Rus olan federa birimler ayrı, etnik olan yani Rus olmayan federe birimler ayrı.
Her birinin yönetim anlayışı farklı oluşuyor. Amerika ve Almanya’daki gibi eşitlikçi bir anlayış yok. Rus olanlar ve Rus olmayanlar diye bir ayrım var. Stalin’den sonra farklı etnik grupların içine Rus nüfuslar şırınga ediliyor. Buradaki strateji ise onların tek başına olmasınlar, muhakkak içlerinde yönetici olarak Rusların da bulunmasını istemelerinden kaynaklanıyor. Bu anlayış Sosvetler’den gelen en önemli iç sorunudur.

Yeltsin döneminde bir sürü parti çıkıyor. Bira severler Partisi, Kadınlar  Partisi, komünizmden sonra kendini farklı alanlarda tanımlayan bir sürü parti ortaya çıkıyor. Çünkü Rusya’da ciddi bir dağınıklık var. Çeçen sorunu ise Rusya’nın en önemli sorunu oluyor. Kafkas kökenli olanların avı başlıyor. Çeçen mi, Kafkas mı, mafya ile ilgileniyor mu, gibi mimlemeler ortaya çıkıyor.
Bu savaşlardan sonra Yeltsin’in alkol sıkıntıları ve ameliyatları var. Yönetim anlamında zafiyetler ortaya çıkıyor. Durum böyle olunca önce Rus MGK’si sekreterliği yapan, arkasından Yeltsin’in son dönem Başbakan’ı olan Putin’i görüyoruz. Putin kim?
Köken olarak KGB’de yetişmiş, bir istihbarat elemanı olarak görevine başlamış. Doğu Almanya’da çalışmış, Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra da politikaya atılma kararı almış, kendisi, SSCB döneminde adı Leningrad olan Sankt Peterburg doğumlu. Anatoli Sobçak adında Yeltsin yanlısı Leningrad Belediye Başkanının yardımcılığını yapıyor ve 1995’de bu görevin ardından yeniden derin devlete geçme çabalarına başlıyor. 1998-99 yıllarında Rus MGK’nın genel sekreterliğini yapıyor. O dönem de Rusya’daki güvenlik doktrinleri baş mimarı olarak biliniyor. Başbakanlık görevine 1999 yılında atanıyor. Anayasaya göre cumhurbaşkanına her hangi bir şey olursa, görev başbakana geçer. Rusya’da başbakan dışarıdan atamalıdır. Yarı başkanlık sistemi vardır ve cumhurbaşkanı ile meclisi halk seçer.

1999 Aralık Noel zamanı, Yeltsin sağlık nedenlerinden dolayı görevinden çekiliyor. Kimi söylentilere göre ise Putin ve yandaşları çekilmesini ve istifa etmesini istiyor. Hazır bu rüzgarı arkasına almışken, çekilmesini istiyorlar. Ancak Yeltsin burada Putin ile bir anlaşma yapıyor; “Ailemi soruşturmayacaksınız” diyor. Yeltsin ve özellikle kızı için yolsuzluk davası soruşturmaları var. O dönemde Yeltsin’in etrafında banker ve finansçılar fazlasıyla yer alıyor. Bunlar para babası diyeceğimiz, zengin iş adamları! Yeltsin döneminin özelleştirmeleriyle Rusya’daki büyük ulusal firmaları ellerine geçirmişler, medya, alkol firmalıra gibi önemli kaleleri almışlar.
Dokunulmazlığı elde ettikten sonra Yeltsin istifa ediyor ve vekaleten Putin göreve başlıyor. 2000 yılı Mart ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yüzde 60 çoğunlukla kazanıyor. 2000-2004 ile 2004-2008 yılları arasında iki kez arka arkaya cumhurbaşkanı seçiliyor ve seçimlerde oylarını arttırarak geliyor. Birleşik Rusya Partisi’ni resmen partileştiriyor ve şuan mecliste yüzde 67 çoğunluğa sahip. Önümüzdeki Aralık ayında yeniden seçimler var ve şu an Putin bu partinin de başkanı konumunda. Siyasetten bir toparlanma ve başka ülkelere de tartışma yaratacak tek particilik dönemi başlatıyor. Alternatifi yok, kendine kukla partiler de yaratıyor, devlet kadroları ile parti ve siyaset içiçe girmiş durumda.” 

Hatta Naşi dediğimiz “bizimkiler" anlamına gelen gençlik kolları kuruyor.  Gençlere de partiyi sevdirme ve organizasyonlar da rol vermek adına bu çalışmayı başlatıyor. Bu çalışma  Avrupa’da “Nazilerin gençlik kolu mu?”  gibi tartışmalara neden oluyor. Yaptığı işlerden biri Çeçen sorununa neşter atabilmek için “alabildiğiniz kadar özgürlük alın” sloganını çeviriyor ve merkezi fedarilzme geçiyor. 89 federal birimin üstüne merkezi valiler diye 7 bölge valisi şeklinde atanmış insanlar koyuyor. Atadığı bu valileri istihbaratçı arkadaşlarından, emekli askerlerden özel olarak seçiyor. Böylece devletin yeniden güvenlik kontrolü altına girdiğini görüyoruz. Diğer önemli neşteri ekonomiye atıyor. Oligartlar olarak ismini verdiğim patronlar ile anlaşmaya gidiyor.

“Ya paranızı ve mal varlığınızı Rusya için harcarsınız ve benim aleyihime konuşmazsınız o zaman Rusya’da kalırsınız, ama bunu yapmayacaksanız gidin” diyor ve olgiratların büyük kısmı Rusya dışına kaçıyor. Kaçmayanlar ise hapise atılıyor. Bunu tartışan belirli gazetecilerin de Avrupa’da öldürüldüğüne tanık oluyoruz. Anna Politovskaya, bu davaların en popüleri olarak biliniyor. Ayrıca Litvinenko adlı eski istihbaratçı olan bir kişinin İngiltere’de zehirlenip, kanserden ölümü söz konusu. Batıda da gazetecilerin fazla söz ve ifade özgürlüğünün olmamasıyla ilgili çok önemli eleştiriler ve tartışmalar oldu. 8 yıllık cumhurbaşkanlığı döneminin artılar ise doğalgazı Rusya’nın en önemli ekonomik aracı haline getirdi.  Putin’i Stalin ve 4.İvan ile eşleştiriyorlar. Devletin ezici üstünlüğünü ön planda tutan tavrını benzetiyorlar. Putin’i bu kadar kıyım yaptığı söylemek yanlış olur. Kesinlikle faşist diyemeyiz. Sadece otoriter bir lider portresi çiziyor. Merkeziyetçi, devletçi bir lider görünümü var. Bu kendiliğinden çıkmıyor sistemin ihtiyaçlarından çıkıyor.

Türkiye ile ilişkileri nasıl? soruna verecek yanıtımız ise doğalgaz ile başlar.  Bu ilişkilerdeki en önemli araç doğalgaztır.  Yeltsin döneminde var olan, Avrupa ve ABD ile çalışalım mantığı bir kenara bırakılıp, İran ile Çin ile çalışmalar yapılıyor. Pragmatik ilişkilere gidip tek alanda değil, bir çok alanda çalışmaya başlatılıyor. Doğalgaz bizim için en önemli ilişki alanı, tekstil, yaş ve kuru meyva, sebze alanında ihracatımız söz konusu oluyor.

Ancak Türk-Rus ticaret hacminin yüzde 65’i Rusların elinde! Bizim de kaçarımız yok, onlar, bizi bu bağımlılığa sardıkları için farklı ilişkiler gütme şansları da var. Artık bavul ticareti eski önemini yitirdi. 80’li yıllardan itibaren Türk mütahitlerin önemli işleri var ve orada inşaatlar yapıyor.

Bir Türk Başbakanı, Rusya’nın doğalgazına, inşaat firmalarına önem vermek zorundadır. Rusya vazgeçemeyeceğiz bir ülkedir. Ortak çıkar alanlarımız var, örneğin Karadeniz bunun en önemli örneğidir. Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında yakalanmasının ardından Türk-Rus ilişkileri rahatladı. Eskiden Kürt sorunu, Çeçen diasporasının varlığı nedeniyle gerilim yaratıyordu. Türkiye, Çeçen ve Kafkas davasına önem vermemeye başladı. AKP ile Türki topluluklara yönelik eskisi kadar heyecanlı değiliz. Erdoğan ile Rusya’ya bakışımız, jeostatejik bakış oldu. Ortak çıkar alanlarında birlikte çalışma gibi alanlar ortaya çıktı. Kafkaslar’da ve Karadeniz’de kendi çıkarlarımız için bir şeyler yapılması konuşulmaya başlandı. Tayyip Erdoğan ile Putin ile görüşmelerinde Rusya’nın eli daha rahat bir konumdaydı. “
Türk-Rus ilişkileri çok stratejik bir ortaklıklarımız var.  Karadeniz’de petrol arama konusunda farklı bir ortaklığa gittik. Putin, Yunanistan’a, Bulgaristan’a da aynı yaklaşımlarda bulundu. Türkiye ile çok sağlam bir dostluk temelinde ilerlemediğini görüyoruz. Geçmişte tavuk eti ve sebze alımlarında bir takım sıkıntılar yarattı. Konjöktüre bağlı pragmatik bir çizgisinin olduğunu görüyoruz. Onların elindeki kart daha güçlü. Rusya’ya belirli bir sıfır sorunlu olmamız gereken bir ülke. Putin, Ermenistan ile her zaman müttefik devlet konusunda oldu. Ermenistan’ın kendi içinde ikili çekişme var. Diaspora yanlısı olanlarla Rus yanlısı olanlar var. Diasporalar daha çok ABD politikasını destekliyorlar. Türkiye, Ermeni diasporasını bir şekilde ekarte edebilmek için Rus yanlısı olanlarla müzakere yapmayı bir ön tercih olarak görüyor.

Prof. Dr. Erhan Büyükakıncı, Putin’in Rusya tarihinde 12 yıllık süre içinde devlet başkanı olmasının beklediğini de vurgulayarak; “İki yıl önce bir anayasa değişikliği yapıldı, cumhurbaşkanlığı süresi 4 yıldan 6 yıla çıkarıldı ve iki defa üst üstte cumhurbaşkanı olma şansı devam ettirildi.  23 Eylül tarihinde Birleşik Rusya Partisi’nin olağan kongresinde Putin, partinin adayı olarak çıktı.
“Peki Medvedev, Putin’in karşısına aday olsaydı ne olurdu?” sorusu çok soruluyor. O zaman parti karar alacaksa, ikisinden birini seçmek durumunda kalacak. Başka partiden Medvedev’in aday olması mümkün değil ve oylar bölünür. Medvedev ile Putin arasında ön anlaşma yapılmış. 2012 seçimlerinde partinin adayı Putin olacak. Eğer Putin seçilirse Başbakan da Medvedev olacak. Böyle bir anlaşmanın parti kongresinde söylenmiş olmasına dönemin Maliye Bakanı Aleksiy Kudrin, tepki gösterdi. “Siz böyle bir anlaşma yaptınız ama Putin’in cumhurbaşkanlığını destekliyorum ancak Medvedevin Başbanlığını desteklemiyorum” dedi ve istifa etti. Bu kişi son 10 yılın değişmeyen tek Putin’in adamı. OECD içinde en uzun maliye bakanlığı yapmış kişi etkinliği bir hayli fazla” dedi.

NOT: Bu yazı Rusya seçimlerinden epey bir süre önce yapıldı ancak analizlerin çok yerinde olmasından ötürü şimdi yayınlıyorum... Türkiye'de iyi analizler görmekte mümkün