26 Eylül 2012 Çarşamba

Neşet Ertaş türküsü gibi bakıyorsun

Maltepe tren istasyonunda inip Vedat Günyol’un evine doğru giderken, tarif edilemez bir heyecan içindeydim.

Çünkü büyük usta ve manevi babam Vedat Günyol ile buluşup, can dostu olan Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Kadıköy’deki evine gidecektik.

Edebiyatçılarla tanışmak, onların kendi aralarında sohbetlerine tanıklık etmek ise keyiflerin en güzeliydi.

Maltepe’den Kadıköy’e giderken Fazıl Hüsnü’yü gözümde yüzlerce kez canlandırıp beynimde bir yerlere koymaya çalıştım.

Ustaca yazılmış şiirlerin yaratıcısıyla tanışmanın hayali bile inanılmazdı.

Kadıköy’de Migros’un ara sokağına girip, birinci kattaki evine geldiğimizde, huysuz, aksi, her sözünde karşısındakine azar atan, ihtiyar karşılamıştı.

Fazıl Hüsnü, oturduğu sandalyeden elini bana doğru kaldırıp, “Kim bu Neşet Ertaş türküsü gibi bakan çocuk” dedi.
Vedat Günyol gibi kibar bir insan öylesine gülmüştü ki, acaba benimle dalga mı geçiyolar diye düşünüp “Neşet Ertaş’ı” belleğime bir daha çıkmazcasına kazımıştım.
İşte benim Neşet Ertaş ile ilk tanışmam böyle oldu!
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın huysuz bir şekide yüzüme bakıp; “Kim bu Neşet Ertaş türküsü gibi bakan çocuk” sözü ömrümün sonuna kadar aklımdan çıkmayan bir anı olarak yerleşmişti!
Dağlarca “Neşet’in türkülerinde bir anlam vardır, her satırında bir mana, sende etrafa bu anlam ve manayla bakıyor, inceliyorsun çocuk, hadi git benim çalışma masama otur, daktilomu önüne çek, sana bir şiir yazdıracağım...” sözleri sanki dün söylenmiş gibiydi.

Bir süre sonra Neşet Ertaş İzmit’te geldiğinde o gün feci yağmura rağmen koşarak gidip bu anıyı anlatmıştım.
Zaman-zaman telefon sohbetlerimizde de sürekli bu anıyı tekrarlardık.

Yine en son bir kaç ay önce konuştuğumuzda 2013’de Altın Çınar’ı almak için İzmit’e gelme sözü vermiş, o törene mutlaka Ahmet Hakan’ı da çağırmam konusunda beni tembihlemişti.




Uzun zamandır yoğun bir tedavi geçirdiği bildiğim için sürekli telefonla arar bir isteği ve arzusu olup-olmadığını tekrar-tekrar sorardım.
O sadaece söz yazarı, saz ustası, yanık türkülerin buğulu sesiyle söyleyen büyük sanatçı değil, aynı zamanda “Adam gibi adam” sıfatını fazlasıyla üzerinde taşıyan bir insandı.
Şimdi gökyüzünün masmavi derinliklerinde, kim bilir belki bizi izliyor.
Yada Anadolu topraklarında patlayan silahları, atılan bombaları, akan kanı görmemek için gözlerini kapıyor, düşmanlık seslerini duymamak için sazına sarılmış, Ruhi Su, Aşık Veysel ile türkü söylüyordur.
Kim bilir oradan bize bakıp-bakıp nasıl kızıyordur...

Şimdi gökyüzünün masmavi derinliklerinde, kim bilir belki bizi izliyor.
Yada Anadolu topraklarında patlayan silahları, atılan bombaları, akan kanı görmemek için gözlerini kapıyor, düşmanlık seslerini duymamak için sazına sarılmış, Ruhi Su, Aşık Veysel ile türkü söylüyordur.
Kim bilir oradan bize bakıp-bakıp nasıl kızıyordur...