28 Mayıs 2013 Salı

Prof. Dr. Erhan Büyükakıncı Rusya'yı yorumluyor...

Galatasaray Üniversitesi'nden Prof. Dr. Erhan Büyükakıncı Rusya'yı yorumluyor...

Birleşik Rusya Partisi lideri, Rusya başbakanı Vladimir Vladimiroviç Putin,
bir süre önce Moskova’da yapılan partisinin kongresinde önemli bir konuşma yaptı ve  şunları söyledi: “Herkes devlet başkanı ve başbakan tarafından yönetimin yapısına ilişkin teklifler yapılmasını bekliyor. Ne yapmak gerekeceği ve gelecekte  kimin ne ile uğraşacağı üstüne çoktan mutabakata varıldı.”

Putin’den sonra kongre de kürsüye çıkan, Rusya Devlet Başkanı Dmitriy Medvedev, “Birleşik Rusya Partisi’nin,” 2012’de yapılacak devlet başkanı seçiminde Rusya başbakanı Vladimir Putin’in adaylığını desteklemesini teklif ederek; “Kanımca partinin başkanı Vladimir Putin’in Rusya devlet başkanlığına adaylığının kongre tarafından desteklenmesi çok doğru olacaktır” dedi. Konuşmanın ardından  Putin,”Bu, benim için çok büyük şereftir. Bu teklifi kabul ediyorum” diyerek başkanlıkla ilgili soruna noktayı koydu ancak Medvedev’in yeniden başbakan olacağını işaret etmesi tepkiyle karşılandı.
Rusya’da 10 yıldır Maliye Bakanlığı görevini yürüten, Putin’in en önemli adamı Aleksiy Kudrin, görevinden istifa etti; “Putin’in devlet başkanlığını destekliyorum ancak, Başbakan’ın yeniden Medvedev olmasını kabul etmiyorum...” dedi.

Rusya’da 4 Aralık’da parlamento seçimleri, Mart 2012 de ise devlet başkanlığı seçimleri yapılacak. 2000-2008 yılları arasında 2 dönem devlet başkanlığı olarak görev yapan Putin, 2012’den itibaren 4 yıl değil, artık 6 yıllık iki kez seçilme hakkı var. Eğer herhangi bir sorun çıkmazsa Putin, 12 yıl Rusya’nın başında olmasına kimse engel olamayacak gibi bir görüntü ortaya çıkıyor.

Peki Vladimir Vladimiroviç Putin kim, Rusya’da yıldızı nasıl parladı, ülkesine ne gibi yenilikler getirdi, Türkiye ile ilişkileri ne boyutta? Tüm bunları Galatasaray Üniversitesi uluslararası ilişkiler öğretim üyesi Prof. Dr. Erhan Büyükakıncı ile konuştuk.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği yani SSCB’nin yıkılmasından sonraki süreci yorumlayarak başlayan Büyükakıncı;
“1991 yılında SCCB yıkıldıktan sonra Boris Yeltsin dönemi özel sloganla bilinir; “federal birimlere alabildiğiniz kadar özerklik alın.” Rusya’da 1994-96 yılları arasında Çeçen sorunu çıkıyor. Bu sorun çok önemli problemler yaratıyor. Federal merkez sorunlar yaşamaya başlıyor. Ekonomide devlet dışından aktörler çıkmaya başlıyor. Rusya’da mafya-devlet ilişkileriyle ilgili sorunlar çıkıyor. 1997’den itibaren Rusya’da bir dağınık yönetimin olması sıkıntılar yaratıyor. Özgürlükler var, ancak siyasal yaşam anlamında dağınık bir yönetim var. Bu dağınık yönetimi toparlama görevini üstlenen ise Başbakan Putin oluyor. Birçok kişiye göre Putin’in otoriter bir bakış açısı eleştiriliyor. Ancak Rusya’yı bu dağınıklıktan toparlama görevi önemli başarılar getiriyor. Siyaseten ve ekonomi olarak ülke de rahatlama hissediliyor.

Devlet Başkanı Yeltsin,  Çecen sorununu derleme toparlama adına 1996 yılında Hasavyurt Ateşkes sözleşmesini imzalıyor ve “Ben Çeçenistan’a özerklik vereceğim, istediğiniz yapıya kavuşabilirsiniz” diyor. Çecenler ise şeriat sistemine geçmeyi istiyor ve Vahabi anlayışlı bir şeriat devleti kurmaya karar veriyor. Kadınların birçok hakkı yasaklanıyor, başörtüsü zorunluluğu getiriliyor.  Ayrıca televizyon izleme gibi durumlar da yasaklanıyor. Çeçenler, dünyadan iletişimin kesen, otoriter bir şeriat yönetimi kurmaya çalışıyorlar.

Bu ne demek, siz federal bir ülkesiniz ve federal birimler sizin merkez anayasanızdan farklı bir yöne doğru gidiyor. Bu Çeçenistan’da başlayıp, Tataristan’a doğru gidebilecek bir durum olabilirdi. Rus olmayan etnik gruplara bu tarz sistemler dağılabilirdi. Putin, başbakan olur olmaz ilk yaptığı iş Hasavyurt sözleşmesini yırtıp atmak oluyor ve bağımsızlık isteyen Çeçenlere karşı 2. Çeçen Savaşı’nı başlatıyor. 

Cephelerde fotoğraflar çektiriyor, bunu politik malzeme yapıyor. Çeçen Savaşı halen, kuru sıkı da olsa yani çok şiddetli olmasa da devam ediyor. Ancak şu var ki, Çeçen Savaşı’nı başlatması halk arasında önemli bir popülerlik yaratıyor. 99 yılı Aralık ayında Meclis seçimlerinde vatandaş olarak “Birleşik Rusya Partisi’ni destekleyeceğim” diyor ve bu Cumhurbaşkanı seçilmeden parti yüzde 35 oy alıyor. İşte bu tavırlar Putin’in yıldızının parlamasına neden oluyor” dedi.

Erhan Büyükakıncı, Çeçen olayının, Rusya açısından büyük öneme sahip olduğunu vurgulayarak şunları söylüyor; “Rusya, federal sistem olarak çok karmaşık bir ülke. Bugünkü nüfusun yüzde 60’ı Rus, yüzde 40’ı ise 190’dan fazla  etnik gruplara aittir. Bunların en büyük grubunu 5 milyon ile Tatarlar oluşturuyor. Hristiyanlardan sonra en önemli gruplar Türki kökenli Müslüman gruplardır. En stratejik bölgede Türki ve Müslümanların olduğu bölgedir çünkü petrol çıkıyor. Genel de Rusya içlerindede yaşıyorlar, Rusya’nın dışında, Çin sınırında yaşayanlar da var. Durum böyle olunca 190’dan fazla etnik grubu idare etmek kolay değil. 1993 anayasısına göre 89 tane federal birim var. Subjekler var iki türlü fedarilizm var. Rus olan federa birimler ayrı, etnik olan yani Rus olmayan federe birimler ayrı.
Her birinin yönetim anlayışı farklı oluşuyor. Amerika ve Almanya’daki gibi eşitlikçi bir anlayış yok. Rus olanlar ve Rus olmayanlar diye bir ayrım var. Stalin’den sonra farklı etnik grupların içine Rus nüfuslar şırınga ediliyor. Buradaki strateji ise onların tek başına olmasınlar, muhakkak içlerinde yönetici olarak Rusların da bulunmasını istemelerinden kaynaklanıyor. Bu anlayış Sosvetler’den gelen en önemli iç sorunudur.

Yeltsin döneminde bir sürü parti çıkıyor. Bira severler Partisi, Kadınlar  Partisi, komünizmden sonra kendini farklı alanlarda tanımlayan bir sürü parti ortaya çıkıyor. Çünkü Rusya’da ciddi bir dağınıklık var. Çeçen sorunu ise Rusya’nın en önemli sorunu oluyor. Kafkas kökenli olanların avı başlıyor. Çeçen mi, Kafkas mı, mafya ile ilgileniyor mu, gibi mimlemeler ortaya çıkıyor.
Bu savaşlardan sonra Yeltsin’in alkol sıkıntıları ve ameliyatları var. Yönetim anlamında zafiyetler ortaya çıkıyor. Durum böyle olunca önce Rus MGK’si sekreterliği yapan, arkasından Yeltsin’in son dönem Başbakan’ı olan Putin’i görüyoruz. Putin kim?
Köken olarak KGB’de yetişmiş, bir istihbarat elemanı olarak görevine başlamış. Doğu Almanya’da çalışmış, Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra da politikaya atılma kararı almış, kendisi, SSCB döneminde adı Leningrad olan Sankt Peterburg doğumlu. Anatoli Sobçak adında Yeltsin yanlısı Leningrad Belediye Başkanının yardımcılığını yapıyor ve 1995’de bu görevin ardından yeniden derin devlete geçme çabalarına başlıyor. 1998-99 yıllarında Rus MGK’nın genel sekreterliğini yapıyor. O dönem de Rusya’daki güvenlik doktrinleri baş mimarı olarak biliniyor. Başbakanlık görevine 1999 yılında atanıyor. Anayasaya göre cumhurbaşkanına her hangi bir şey olursa, görev başbakana geçer. Rusya’da başbakan dışarıdan atamalıdır. Yarı başkanlık sistemi vardır ve cumhurbaşkanı ile meclisi halk seçer.

1999 Aralık Noel zamanı, Yeltsin sağlık nedenlerinden dolayı görevinden çekiliyor. Kimi söylentilere göre ise Putin ve yandaşları çekilmesini ve istifa etmesini istiyor. Hazır bu rüzgarı arkasına almışken, çekilmesini istiyorlar. Ancak Yeltsin burada Putin ile bir anlaşma yapıyor; “Ailemi soruşturmayacaksınız” diyor. Yeltsin ve özellikle kızı için yolsuzluk davası soruşturmaları var. O dönemde Yeltsin’in etrafında banker ve finansçılar fazlasıyla yer alıyor. Bunlar para babası diyeceğimiz, zengin iş adamları! Yeltsin döneminin özelleştirmeleriyle Rusya’daki büyük ulusal firmaları ellerine geçirmişler, medya, alkol firmalıra gibi önemli kaleleri almışlar.
Dokunulmazlığı elde ettikten sonra Yeltsin istifa ediyor ve vekaleten Putin göreve başlıyor. 2000 yılı Mart ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yüzde 60 çoğunlukla kazanıyor. 2000-2004 ile 2004-2008 yılları arasında iki kez arka arkaya cumhurbaşkanı seçiliyor ve seçimlerde oylarını arttırarak geliyor. Birleşik Rusya Partisi’ni resmen partileştiriyor ve şuan mecliste yüzde 67 çoğunluğa sahip. Önümüzdeki Aralık ayında yeniden seçimler var ve şu an Putin bu partinin de başkanı konumunda. Siyasetten bir toparlanma ve başka ülkelere de tartışma yaratacak tek particilik dönemi başlatıyor. Alternatifi yok, kendine kukla partiler de yaratıyor, devlet kadroları ile parti ve siyaset içiçe girmiş durumda.” 

Hatta Naşi dediğimiz “bizimkiler" anlamına gelen gençlik kolları kuruyor.  Gençlere de partiyi sevdirme ve organizasyonlar da rol vermek adına bu çalışmayı başlatıyor. Bu çalışma  Avrupa’da “Nazilerin gençlik kolu mu?”  gibi tartışmalara neden oluyor. Yaptığı işlerden biri Çeçen sorununa neşter atabilmek için “alabildiğiniz kadar özgürlük alın” sloganını çeviriyor ve merkezi fedarilzme geçiyor. 89 federal birimin üstüne merkezi valiler diye 7 bölge valisi şeklinde atanmış insanlar koyuyor. Atadığı bu valileri istihbaratçı arkadaşlarından, emekli askerlerden özel olarak seçiyor. Böylece devletin yeniden güvenlik kontrolü altına girdiğini görüyoruz. Diğer önemli neşteri ekonomiye atıyor. Oligartlar olarak ismini verdiğim patronlar ile anlaşmaya gidiyor.

“Ya paranızı ve mal varlığınızı Rusya için harcarsınız ve benim aleyihime konuşmazsınız o zaman Rusya’da kalırsınız, ama bunu yapmayacaksanız gidin” diyor ve olgiratların büyük kısmı Rusya dışına kaçıyor. Kaçmayanlar ise hapise atılıyor. Bunu tartışan belirli gazetecilerin de Avrupa’da öldürüldüğüne tanık oluyoruz. Anna Politovskaya, bu davaların en popüleri olarak biliniyor. Ayrıca Litvinenko adlı eski istihbaratçı olan bir kişinin İngiltere’de zehirlenip, kanserden ölümü söz konusu. Batıda da gazetecilerin fazla söz ve ifade özgürlüğünün olmamasıyla ilgili çok önemli eleştiriler ve tartışmalar oldu. 8 yıllık cumhurbaşkanlığı döneminin artılar ise doğalgazı Rusya’nın en önemli ekonomik aracı haline getirdi.  Putin’i Stalin ve 4.İvan ile eşleştiriyorlar. Devletin ezici üstünlüğünü ön planda tutan tavrını benzetiyorlar. Putin’i bu kadar kıyım yaptığı söylemek yanlış olur. Kesinlikle faşist diyemeyiz. Sadece otoriter bir lider portresi çiziyor. Merkeziyetçi, devletçi bir lider görünümü var. Bu kendiliğinden çıkmıyor sistemin ihtiyaçlarından çıkıyor.

Türkiye ile ilişkileri nasıl? soruna verecek yanıtımız ise doğalgaz ile başlar.  Bu ilişkilerdeki en önemli araç doğalgaztır.  Yeltsin döneminde var olan, Avrupa ve ABD ile çalışalım mantığı bir kenara bırakılıp, İran ile Çin ile çalışmalar yapılıyor. Pragmatik ilişkilere gidip tek alanda değil, bir çok alanda çalışmaya başlatılıyor. Doğalgaz bizim için en önemli ilişki alanı, tekstil, yaş ve kuru meyva, sebze alanında ihracatımız söz konusu oluyor.

Ancak Türk-Rus ticaret hacminin yüzde 65’i Rusların elinde! Bizim de kaçarımız yok, onlar, bizi bu bağımlılığa sardıkları için farklı ilişkiler gütme şansları da var. Artık bavul ticareti eski önemini yitirdi. 80’li yıllardan itibaren Türk mütahitlerin önemli işleri var ve orada inşaatlar yapıyor.

Bir Türk Başbakanı, Rusya’nın doğalgazına, inşaat firmalarına önem vermek zorundadır. Rusya vazgeçemeyeceğiz bir ülkedir. Ortak çıkar alanlarımız var, örneğin Karadeniz bunun en önemli örneğidir. Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında yakalanmasının ardından Türk-Rus ilişkileri rahatladı. Eskiden Kürt sorunu, Çeçen diasporasının varlığı nedeniyle gerilim yaratıyordu. Türkiye, Çeçen ve Kafkas davasına önem vermemeye başladı. AKP ile Türki topluluklara yönelik eskisi kadar heyecanlı değiliz. Erdoğan ile Rusya’ya bakışımız, jeostatejik bakış oldu. Ortak çıkar alanlarında birlikte çalışma gibi alanlar ortaya çıktı. Kafkaslar’da ve Karadeniz’de kendi çıkarlarımız için bir şeyler yapılması konuşulmaya başlandı. Tayyip Erdoğan ile Putin ile görüşmelerinde Rusya’nın eli daha rahat bir konumdaydı. “
Türk-Rus ilişkileri çok stratejik bir ortaklıklarımız var.  Karadeniz’de petrol arama konusunda farklı bir ortaklığa gittik. Putin, Yunanistan’a, Bulgaristan’a da aynı yaklaşımlarda bulundu. Türkiye ile çok sağlam bir dostluk temelinde ilerlemediğini görüyoruz. Geçmişte tavuk eti ve sebze alımlarında bir takım sıkıntılar yarattı. Konjöktüre bağlı pragmatik bir çizgisinin olduğunu görüyoruz. Onların elindeki kart daha güçlü. Rusya’ya belirli bir sıfır sorunlu olmamız gereken bir ülke. Putin, Ermenistan ile her zaman müttefik devlet konusunda oldu. Ermenistan’ın kendi içinde ikili çekişme var. Diaspora yanlısı olanlarla Rus yanlısı olanlar var. Diasporalar daha çok ABD politikasını destekliyorlar. Türkiye, Ermeni diasporasını bir şekilde ekarte edebilmek için Rus yanlısı olanlarla müzakere yapmayı bir ön tercih olarak görüyor.

Prof. Dr. Erhan Büyükakıncı, Putin’in Rusya tarihinde 12 yıllık süre içinde devlet başkanı olmasının beklediğini de vurgulayarak; “İki yıl önce bir anayasa değişikliği yapıldı, cumhurbaşkanlığı süresi 4 yıldan 6 yıla çıkarıldı ve iki defa üst üstte cumhurbaşkanı olma şansı devam ettirildi.  23 Eylül tarihinde Birleşik Rusya Partisi’nin olağan kongresinde Putin, partinin adayı olarak çıktı.
“Peki Medvedev, Putin’in karşısına aday olsaydı ne olurdu?” sorusu çok soruluyor. O zaman parti karar alacaksa, ikisinden birini seçmek durumunda kalacak. Başka partiden Medvedev’in aday olması mümkün değil ve oylar bölünür. Medvedev ile Putin arasında ön anlaşma yapılmış. 2012 seçimlerinde partinin adayı Putin olacak. Eğer Putin seçilirse Başbakan da Medvedev olacak. Böyle bir anlaşmanın parti kongresinde söylenmiş olmasına dönemin Maliye Bakanı Aleksiy Kudrin, tepki gösterdi. “Siz böyle bir anlaşma yaptınız ama Putin’in cumhurbaşkanlığını destekliyorum ancak Medvedevin Başbanlığını desteklemiyorum” dedi ve istifa etti. Bu kişi son 10 yılın değişmeyen tek Putin’in adamı. OECD içinde en uzun maliye bakanlığı yapmış kişi etkinliği bir hayli fazla” dedi.

NOT: Bu yazı Rusya seçimlerinden epey bir süre önce yapıldı ancak analizlerin çok yerinde olmasından ötürü şimdi yayınlıyorum... Türkiye'de iyi analizler görmekte mümkün

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder