18 Ekim 2013 Cuma

Sanatın “Yetenekli Çocuğu” Suna Kan

Türk sanatının önemli isimlerinden Suna Kan, Design Soul’da Başak Tüysüz’e konuştu. Çocukluğunu, müzik yaşamını, meslek kariyerini her şeyi anlattı. İşte Suna Kan’ın başarılarla dolu hikayesi;



Müzikle ilk tanışmanız nasıl oldu?
Müzikle tanışmama Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası sanatçısı olan babam Nuri Kan ön ayak oldu. Erken yaşta başladım, ama bugün keman çalıyorsam her şeyi O’na borçluyum. Müthiş özverisi vardı. Babamın kemancı olması, benim keman ile tanışmama ve bugüne gelmem de rolü büyüktür.


Çocukluğunuz Ankara’da mı geçti?
1936 yılında Adana’da dünyaya gelmişim.  Çocukluğum 1940’lı yıllarda Ankara’nın çok küçük mahallesinde geçti. Oldukça sakar bir çocuktum ve dizlerimin yarasız olduğunu zamanı hiç hatırlamıyorum. O yıllarda bir-iki tane naylon bebeğimin dışında bir oyuncağım yok. Ama doğduğum günden bu yana hep keman sesi duyduğumu biliyorum.



İlk kemanı elinize ne zaman aldınız?
Annem ile babam kendi aralarında konuşmuşlar ve bana gidip küçük bir keman almışlar. Normal kemanın 4’te1 büyüklüğünde, el yapımı gerçek bir kemandı ama normallerinden çok küçüktü. Bütçesinin el verdiğince aldığı iyi bir kemanla çalmaya başladım.  Eve geldik babam kulağıma baktı ve sesleri iyi duyduğumu test etti. 13-14 yaşına kadar babamla çalıştım ama o hocam olmadı, hep beni evde hocanın derslerine hazırlayan kişi oldu.



Küçük yaşta kemanla tanışmak zevkli miydi?
Dışarı da çocuklar oynuyor ben evde keman çalışıyorum. Gözümden yaşlar geliyor ancak her gün en az 15 dakika bu dersi çalışmam gerekiyor. O keman hiç bir zaman oyuncak olarak evde olmadı. Her zaman ciddi bir şekilde kutusundan çıkarılıp, sürekli ders olarak çalışılan bir kural haline geldi.


Keman çalmanız ciddiye ne zaman bindi?
Tabi babam hocanın verdiği dersleri kontrol ederek çalıştırması en büyük avantajımdı. Evde birinin keman ve müzik bilmesi çok önemliydi. Piyanoyla müzik yapmak daha zordur. Ben orta düzeyde bile piyano çalamam. Kemanda dört tel ve üzerinde bir kaç tane ses var ve o benim şansım oldu. O günden itibaren daha A-B-C’yi bilmeden, Do,Re, Mi’yi öğrendim ve keman çalmaya başladım. Yeteneğim olduğu başta babam, daha sonra hocalarım tarafından anlaşıldı ve işi ciddiye bindi.


Peki ilk konseri ne zaman verdiniz?
9 yaşımda Ankara Devlet Konservatuarı’nda ilk konserimi verdim. Konser salonunda. Mozart’ın 5. Keman Konçertosunu çaldım. O devirde Ankara’da küçük müzisyenler, daha küçük bir çevre vardı ve dikkat çektim.


Dahi çocuklar böyle mi başladı?
Bir süre sonra İdil’den (İdil Biret), söz edilmeye başlandı. Biz ‘Yetenekli Çocuklar’ olduk. ‘Dahi’ lafını hiç bir zaman kabul etmiyorum. Ben ‘Dahi’ bir  tane müzisyen tanıyorum o da ‘Mozart’tır’ ‘Yetenek var, üstün yetenek var.’ Ben yetenekliydim ama “dahi” olamadım.


Eğitim hayatınız nasıl geçti?
12 yaşında Türkiye’de ilkokula gittim. Daha sonra Fransa’ya gönderildik, Paris’te bir kaç ay içinde devlet konservatuvarına sınavla girdim ve yüksek bölüme kabul edildim. 15 yaşında birincilikle mezun oldum.


Fransızcayı kolay öğrendiniz mi?
Fransızca “evet-hayır” demesini bilmiyordum ve Paris’te ilk işimiz Fransızcayı öğrenmek oldu. Farkına olmadan çocukluğun verdiği avantajla öğrendim ve sonra gramer filan geliştirdim. 15 yaşında diplomayı aldım ancak duvara asmadım.


Duvara asmış olsaydınız ne olurdu?
Eğer asmış olsaydım her halde örgü örüyor olacaktım. Diplomamı aldıktan sonra 5-6 yıl daha Fransa’da kaldım. Hem hocamla çalışmaya devam ettim, hem de konservatuvardaki arkadaşlarımı gördüm. İnsan iyiden de, kötüden de bir şeyler öğreniyor.


Uluslararası yarışmalardaki başarılarınızdan da söz eder misiniz?
Sonra uluslararası yarışmalara katıldım. Cenevre Yarışması birincilik madalyasını (1954), Viotti Yarışması birincilik ödülünü (1955) , Münih Yarışması İkincilik ödülünü (1956), Long-Thibaud Yarışması Paris Kenti ödülünü (1957) kazandım. Bu yarışmalarda İngiltere’den, Fransa’dan, dünyanın her yerinden gelen kimisi iyi, kimisi kötü, kimisi sizden iyi, kimisi sizden kötü olunca sana çok şey katığını fark ettim.


Kemanınızla arkadaş mısınız?
Kemanım oldukça eski bir kemandır. 1952 yılından bu yana beraberim. Fizik olarak kolumun uzantısı gibidir. Nereye gidersem götürüyorum. Kimseye taşıtmıyorum. Eğer birine verirsem, taşıtırsam düşer ve kırılırsa hayatım söner. O bana ait bir şey! 1952’den bu yana hep beraberiz, hesaplarsanız bu çok uzun bir zaman! Bu kadar uzun zaman ne annemle, ne babamla, ne çocuklarım ve eşlerimle yaşadım. En uzun kemanımla yaşadım.


Klasik müzik her zaman ayrıcalıklı mıdır, neden geniş toplumların kabul gördüğü bir sanat dalı değildir?
Klasik müziğin mümkün olduğu kadar çoğalması ve tanıtılması lazımdır. Ama klasik müziğe bakış dünyanın her yerinde, her asırda ayrıcalıklı olmuştur. Hiç bir zaman yüzde 100 halka dağılmamıştır. Almanya, Fransa ya da Rusya’da Türkiye’den daha fazla ilgi duyan insanlar var ama oralarda da her zaman yüzde 100 toplumda kabul gördüğünü söyleyemeyiz. Keman çalanlar hayatlarında hiç bir zaman Elvis Presley kadar popüler olmadı ve para kazanmadı.


Klasik müziği geniş kitlelere nasıl sevdireceğiz?
Bir defa çok sesli müziği anlıyorum ya da anlamıyorum diye bir şey yok. Alışmak var. Bir yemeği ilk kez yiyorsanız sevmeye bilirsiniz ama bir püf noktası vardır ve size o yemek çok güzel de gelebilir. Radyoda klasik müzik duyduğunuzda hemen kalkıp kapatmayın dinleyin belki alışkanlık olur. Genç hanımsanız ve erkek arkadaşısınız ya da tam tersi içinde geçerli mutlaka onunla konsere gidin. Bazen çocuklarlar “konsere gitmiyoruz anlamıyoruz” diyorlar. Anlama kuralı yok, alışma kuralı var. Şu ya da bu çalgıyı deneyenleri de, hep çalışmaları ve inat etmeleri gerekir.


Peki Türk Klasik Müziği yani Dede Efendi hakkındaki düşünceleriniz nedir?
Sanat Müziği konusunda hiç bir bilgim yok. Bu konuda beni çok gaddarca eleştiriyorlar. Ben elbette Türküm ve bu ülkenin değerlerine saygım sonsuz. Lütfen şöyle düşünün, ben sizi tanıyorum ancak çocukluğunuzu ve ailenizi bilmiyorum. Ya da çocukken evinizde anneanneniz Dede Efendi dinler ve o hatıra olarak belleğinizde yer eder. Benim öyle bir şeyim hiç olmadı. Babam Alaturka müzik hiç dinlemezdi. Annem severdi ancak o devirlerde beyin sözünden çıkılmadığı için dinlemezdi. 12 yaşında Fransa’ya gittim 57-58 yılında Türkiye’ye döndüm. Merak edipte Dede Efendi’yi incelemedim. Klasik Türk Müziğini inceleme fırsatım olmadı. Hayat çarkına girdim. Dede Efendi’nin ismini biliyorum saygı da duyuyorum ve bilmediğim bir konu hakkında konuşmak ve yorum yapmak istemiyorum. Benim söylediğim budur.  Bu değeri ret ediyorum demek değildir. Dede Efendi’yi bilmesem de olur. Dünya da bir sürü bilmediğim güzellikler var Dede Efendi’de onlardan biridir.


Oysa Türk bestekarlardan müzikler çalıyorsunuz.
Evet çok haklısınız. Kaldı ki Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun’un Anadolu müziklerini hep çalmışımdır.  Klasik Türk Müziğini bilmiyorum ama folkloru severim, Türküleri çok severim. Tek sesli çalınan eski Türk Müziklerinin çok sesli çalınması da bence hoş değil. Rembrandt’ın resminin bir köşesinin karanlık olduğunu düşünüp aydınlatmak gibi bir şey!


Her gün keman çalıyor musunuz?
Profesyonel olarak 60 senedir konser vererek bugüne geldim ve hala çalışıyorum. Her gün çalışıyorum, bu eserleri sayısını bilmediğim kadar hep çalmışımdır. Futbolcular antrenman yapmadan maça çıkıyorlar mı? Aslında her meslekte çalışmak lazım. Önce beynim ve sonra parmaklarım çalışması bana yetiyor ve bundan çok mutluyum.


Eşinizin ölüm haberini aldınız ve sahneye çıktınız. O an neler hissettiniz?
24 Nisan 2006 yılıydı. O konser benim için çok özel ve zor bir konserdi. Konseri organize eden arkadaşlarım “iptal edelim” dediler. Yine menajerim Panoyot Abacı’da iptal edilmesini söyledi. Ben hepsine  “Hayır” dedim. Oysa hem çalmak ve hemde Atilla’yı düşünmek çok zordu. Kimsenin bir suçu yokken neden iptal edeceğiz. Ve ben oradan müzik yapmak için gelmişim, ağlayacak halim yoktu. Arada çok ağladım ama konseri vermem lazımdı. Kaldı ki benim için unutulmaz bir konser oldu.


Siz anlatırken ben duygulandım...
Duygulu bir durum çünkü.

Röportajı izlemek isteyenler için; 
http://www.youtube.com/watch?v=Ljqq_adm5wo
RÖPORTAJ: Başak Tüysüz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder